9 Nisan 2015 Perşembe
Skywalker & Kronik Mahzeni
Evrenin yokolus gerçegi üzerine kurulu gerçegi ve bunun iradeye vurgusuna ithafen..
Kainatin küçük bir insan, insanin küçük bir kainat olmassi sogukkanli vahsiligini de tasiyor. Arzularin, hirslarin, saldirgan bir istegin ve tutkunun çekimi arasinda varligimiz bogusuyor. Evrenin küresel estetigi irisi doldururken karanligi göz bebeklerinden içeri daliyor.
Bilesenlerim arasinda uzayin enginliginde bosluk varken, ilüzyonist varligimi anlarkenki kayma, kozmosun rasyonel bir tökezlemesi gibi..
Etrafimdaki sayisiz renkte isima, perspektif ve o serin düsüsün ürpertisinde seyrettigim varligim rüzgar oluyor, içime esiyor.
Tenimin her noktasi uyusuk, isiltilarla dolu karanliga alisiyorum. Dumanin agirliginda algilarim da agirlasmis. Müzik, içinde sarhos sarhos yürüyen bas, ortamin içini sarmalayan saniyeler gözbebeklerinden akip giriyor..
Bu firtinali deniz tüm sehvetiyle beni sarsarken, banalligin bunalimiyla yozlasiyorum.
Bu Dünya'da yerim nere?
Olmasini istedigim yer neresi?
Içinde olmanin beni anlamlandirdigi biyer var mi?
Evrimin tetikçisi dogal seleksiyon hislerimizi de mi vuruyor?
ve ben bunlari niçin soruyorum.. bir gün ögrenecegim.
3 Haziran 2011 Cuma
Geçmiş ve Hatalar
Duman ağızdan çıkıp da süzüldükçe, kısık gözlerden tatlı fısıltılar dinlenir.. Kum taneleri bayık bir şekilde tane tane dökülür aşağı doğru, diğerlerine katılır. İzlersiniz kayıtsızca, salınır saniyeler, hormonlar, hisler. Suçluluk duygusu şiddetle yayılır, bir telaş, ölümün acı tadı. Kıpırdayamaz ruhunuz hiç bir yere, bedeniniz sakinleşir. Geçmiş ve gelecek konuşur uzak diyarlarda. Her şey bir anı, yaşanacak olandır.
Uzaklardaki yansımanızı çağırırsınız, beklersiniz, bulanıktır her şey. Damla damla merak düşer kalbinize, renkleri okşamaya başlarsınız. Her şey son derece sakin, kurallara göredir. Her şey ışıklarla solmaya başlar, yaşarken rüyalarda kaybolursunuz. Dudakların arasından çıkan duman tekrar yükselmeye başlar. Ekşir tüm zevkler, kollarınızı açar, yayarsınız. Dünya artık küçüktür. Evren anlaşılmaz, ulaşılamayandır.
Göz kapanıp açılır, sonra yine kararır.
Bir vagondan diğerine geçer usulca geçmişiniz. O'nu hatırlarsınız, belki de onları.. Yağmur hakimdir o vagonların içlerine, sırılsıklam olmuş ve üşüyorsunuzdur. Kapılara tutunur, uçurumdan salınırsınız, yanlışlarınızı selamlarsınız. Gözler, gülümsemeler, ince parmaklar teninize sürtünür.
Artık olmak istediğiniz yerdesinizdir. Bir ağacın tepesinde, yerküreye hakim. Kar tanelerinden daha hafif, çekilen dumandan ağır..
9 Mart 2011 Çarşamba
Orgazmic Karadelics
Gözlerini kapat, bir öpücük al.
Hoplaya zıplaya rüyalarında koş.
Ardından bir uçuruma yuvarlan.. Zamanın, tarihin, evrenin göt deliğinden, ruhunun beşiğinden süzül. Yollar tozlu karanfillerle bezensin ve yukarı aşağı dönsün, eğrilsin, yok olsun.
Patlayan ışıklar ve simsiyah hafızaların arasında dolan, içinden yükselen o hissizliği anlamaya çalış. Ciğerlerinden tepeye doğru gelmekte olan o ruhsal basıncı tat. Işıkları yokla, onlarla seviş. Boşal hayallerinin tümüne, onları dölle. Bir balçığa sıvan ve güneş sistemine doğrul. Bir yapraktan ötekine zıpla, dalların kaygan zeminlerini yala.
Şarabın içine dolmasına izin ver, bünyeni kapat.
Kirli sokaklar ışık yılları boyunca serpilsin gözlerinin önüne. Zirvelerden derinliklere dalgalar saçılsın etrafına, vücudunu dansa bırak.
Ritmi hisset, kalp atışlarını.
Bir nefes daha çek.
Ve gözlerini kapat.
Ardından gelen ışığı hisset.
Bırak teninden ter damlaların fışkırsın. Bir nefes daha al ve galaksinin engin yaylalarına dön. Yıldız tozlarını ılıkça şarabına karıştır ve yudumla.
Bırak o yudum ayak parmaklarının uçlarına kadar ilerlesin, her bir yanını enerjiye, kutsal harmoniye serpsin.
Bilincinin yeraltına, hiçliğin odağına göz kırp, gülümse.
4 Aralık 2010 Cumartesi
Rengarenk Buzullar & Penguenler
Işıklar renkler sakatlar engelliler, embesiller, arsızlar, erdemliler, köpekler, yavşaklar, pasaklılar, yüksekler ve yüksekler. Hep yükseklerde gezinen o renkler, o ışıklar, kanalizasyonlar, uyuşturucunun damarlara yayılışında kayan ruhlar, geçip giden anılar, parlak anlatımlar. Duran zaman ve orada yağmurun altında bekleyen sırılsıklam aç, bitkin, yorgun ruh.
Sadakatsiz bir köpek ve ardında kalan şarap taneleri, yakılan sigaranın içindeki ot parçaları, tamamen olgun, şerefli bir seremoni. Ölüme davet, kesilen arzuların çığlıkları.
Kapanan bulutlar, serpilen damlalar, hepsinin içinde yankılanan aynı melodi, mantarın damarlarda gezinişi ve dizginlenemeyen tutku. Bir ahıt, bir çağrı, sessizliğin içinde deliriş, çınlayan çaresizlik, hepsinin oluşturduğu iksir, pisliğin çorbası.
Harabelerin gri tonu, yeniden kurulan bir medeniyet, varlığın ışıltısı, yokyerin anahtarı, kişiliğin kırılganlığı. Hepsinin bittiği yerdeki yeniden başlayış ve kaçınılmaz kısır döngü. Tane tane çarpan zamanın yavaşlaması, sakinleşen, nefes alan anıların hakimiyeti. Bir ölüm senfonisi, beşikteki yıldızların gülüşü.
Acı dolu, zevklerin köşkü bir vadi, boşluğun bağrışı, bir uğraş, havadaki çırpınışlar. Ve zihni yavaşlatan, uyuşturan o melodi. Hiç duyulamayan inilti, bir son, her şeyin, evrenin, sonsuzluğun bitimi.
Bir an, zamanın durduğu, yerlere serildiği teslimiyet..
Bir keman yayının tellere sürtünüşü ve damarlarda akan çaresizlik. Sonun ritmi.
Yaşadığım, nefes aldığım saniyelerin evrene sunduğu ışıltılı, küçük gösteri...
30 Ekim 2010 Cumartesi
Siyah Latte
Mart ayının havasına göre ılık kaçan o hoş yağmurlarını, sevecen esintilerini çok seviyorum. Kış aylarının ders niteliğindeki ayazlarından sonra insanın altında yürümek isteyeceği ılık yağmurlardan bahsediyorum. İngiliz gitar rifleri eşliğinde kahve damlalarının yudumlandığı hissel yağmurlardan.
Anlık tutkuların alevlerinde, bahardaki yeşilliklerin müjdelendiği bu su damlaları güruhu, insanı oturduğu yere adeta sabitler. Çarpınca parçalanan damlalarının altına davet eder ve cüretkar yaşam pozları sunar. Tüm karamsarlığıyla acımasız gerçeklik olan ölümü duygularla yükler, belki de anlamlandırır.
Bu ayda gözlerini Dünya'ya açanlar hep o ılık duygularla kalırlar, tüylerinin aralarındaki beneklere kadar tutkuyu keşfe çıkarlar. Seksi bir danstır, insanı mistik renklerin tablolarına koyverir. Ruhlarını ise şefkatle giydirir bu ayın sahipleri. Marhem perspektiflerinde siyah kahvenin çağrısını dinler, onunla dertleşirler. Karşılarındakine nemli gözlerle, andan aldıkları keyfi tattırırlar, ve hep sıcaktırlar. Soğuk olan evrenin mekanizmidir, onların ruhu değil.
Bir tutkudur bu. Dışı serin, içi ılık siyahlıktır.
19 Ekim 2010 Salı
Varoluş Basıncı
Florasan lambalarının arsız ışıklarıyla yerkürenin derinliklerine açılan tünellerde inerken, yanımdaki dostuma gülümseyerek bir takım hislerimi açtım. O anda ona yaşadığım algı akışını anlatırken anlattığım dünyada gezintiye çıkmış olduğumu fark etmem pek de uzun sürmemekle beraber beni son derece ürküttü de.
"Bazenleri yaşadığım saniyeleri üç boyutun dışında hislerin yönlendirdiği bir doğrultuda yaşıyorum" dedim, nitekim öyleydi de. Ama daha da önemlisi, varlığı üçüncü boyut ve zamanın katıldığı bir paralel evrenden algılıyor olduğum hissinin her bir kılcal damarıma atlamasıydı. Ortada acımasız bir katil vardı, ölüm gerçeği. An'ı geri alamayacak olduğum gerçeği ve ben var olsam da, olmasam da ve ben yok olduktan sonra da olacak olan o ışıldayan zaman nehirleri. Evrenin cüretkar coğrafyalarında yılan gibi kıvrılan o zaman yolları. Suyun üst kademeden alt kademeye akarken bulduğu yolları kullanması gibi, öz bir zaman hissiyatının da evrenin bu atardamarlarında birbirlerinden farklı görünse de aynı referansla aktığı hissi. Biraz daha şanslı olsam belki de metro florasanlarından çıkan ışığı etrafa bileşenleri olan renklere ayırıp süzecektim.
Gördüğüm cisimlerin birbirlerinden keskin ayrımları, ağırlaşan hareketleri ve kalbimin atışının ağırlaşması seansında gerçekleşen bilimum saniye selleri sanki o anda var olmuyormuş olduğum hissini zihnime yerleştirmeye çalışıyor gibiydi. Ölüm ise sadece irademin zaman şelalelerinden yuvarlandığı an olabilirdi ancak. Bu ürkütücülüğü oranında merak uyandırıcıydı da. Göğsümde akciğerlerimi hissetmeye başlamam, gözlerimi kapatıp duyduğum frekansları ayırt etmeye çalışmam, ve bütün bunları istemsizce doğaya boyun eğerek yaşamam ender rastlanan bir onur olsa gerek.
Duyular ürkünç olduğu kadar cüretkardı da. Beni her seferinde hiç keşfetmemiş olduğum harikalar coğrafyasına davet ediyorlardı adeta, tüm bunlar için varlığıma minnettar olabilirim,
Egoların silindiği bu hissel algı boyutlarında bir insanın başına gelebilecek en cüretkar, en çıplak, yalın anlatım ise şırıl şırıl akan saniyeleri seyretmek.
15 Ağustos 2010 Pazar
Rouge
Kasvetli köprüaltlarında, kızıla çalan gün batımlarında, Paris'in tozlu metro tünellerinde, Door'un gözlerinde ve belki de deniz atlarının sallanışlarında aradığım esintiydi bana kırmızımsı görünen, eflatunla arasında kalan tonuydu. Bilemiyorum, ancak bu sabah hiç bilmediğim bir şehrin bilmediğim bir yatağında uyandığımda gördüğüm duvarların rengiydi bu.
Gece boyunca sağanak yağmurun altında saatlerce gidilen yollar, sadece ormanlar ve ovalarla çevrilen düş haritalarında pergeliyle hayallerini çizen gezgin gibi hissettiriyordu kendimi. Camdan bakıp ufuktaki grimsi gökyüzüyle simsiyah yerkürenin birleşimi, çam ağaçlarının keskin gölgeleri zamanda çok gerilerde, paralel zihinlerde kaybolmuş zamanlara yönlendiriyordu tüm bünyemi. Eski çağların iksirleriymişçesine içtiğim içkim boğazımı yakıyordu.
İlerlediğimiz yolun sürekli dönen virajları tavşan deliğine yuvarlanan Alice gibi kendi harikalar diyarıma düşürüyordu beni adeta, midem bulanıyor, meraktan tüm duyularımı kesiyordum nahoşça.
Gittiğimiz kasabada bir başımıza ormanda yürürken, bir kaç yüz tane farklı suratın farklı ruh hallerinde dans ettiği toplu ahlaksızlık ayininde buldum kendimi, her şey çok kırmızının şehvet tonlarında, asiydi. Hünkarca devrilen içkiler, etrafında toplanılan ateş gibi ruha kadar yakıyor, kendimi kaybettiğimi hissettiriyordu.
Sabah kalktığımda gördüğüm duvarlar, demirlere asılmış kızılderili okları, tüyler, posterler dışında hala zihnimi kurcalayan o renk vardı retinamda, o eflatunla kırmızı arasındaki şehvet kirazı.
Yaşadığım bir başka ekşi kırmızı bir şekerleme. Tarçınlı, sürreal bir süzülüş.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)