30 Ekim 2010 Cumartesi

Siyah Latte



Mart ayının havasına göre ılık kaçan o hoş yağmurlarını, sevecen esintilerini çok seviyorum. Kış aylarının ders niteliğindeki ayazlarından sonra insanın altında yürümek isteyeceği ılık yağmurlardan bahsediyorum. İngiliz gitar rifleri eşliğinde kahve damlalarının yudumlandığı hissel yağmurlardan.

Anlık tutkuların alevlerinde, bahardaki yeşilliklerin müjdelendiği bu su damlaları güruhu, insanı oturduğu yere adeta sabitler. Çarpınca parçalanan damlalarının altına davet eder ve cüretkar yaşam pozları sunar. Tüm karamsarlığıyla acımasız gerçeklik olan ölümü duygularla yükler, belki de anlamlandırır.

Bu ayda gözlerini Dünya'ya açanlar hep o ılık duygularla kalırlar, tüylerinin aralarındaki beneklere kadar tutkuyu keşfe çıkarlar. Seksi bir danstır, insanı mistik renklerin tablolarına koyverir. Ruhlarını ise şefkatle giydirir bu ayın sahipleri. Marhem perspektiflerinde siyah kahvenin çağrısını dinler, onunla dertleşirler. Karşılarındakine nemli gözlerle, andan aldıkları keyfi tattırırlar, ve hep sıcaktırlar. Soğuk olan evrenin mekanizmidir, onların ruhu değil.

Bir tutkudur bu. Dışı serin, içi ılık siyahlıktır.

19 Ekim 2010 Salı

Varoluş Basıncı


Florasan lambalarının arsız ışıklarıyla yerkürenin derinliklerine açılan tünellerde inerken, yanımdaki dostuma gülümseyerek bir takım hislerimi açtım. O anda ona yaşadığım algı akışını anlatırken anlattığım dünyada gezintiye çıkmış olduğumu fark etmem pek de uzun sürmemekle beraber beni son derece ürküttü de.

"Bazenleri yaşadığım saniyeleri üç boyutun dışında hislerin yönlendirdiği bir doğrultuda yaşıyorum" dedim, nitekim öyleydi de. Ama daha da önemlisi, varlığı üçüncü boyut ve zamanın katıldığı bir paralel evrenden algılıyor olduğum hissinin her bir kılcal damarıma atlamasıydı. Ortada acımasız bir katil vardı, ölüm gerçeği. An'ı geri alamayacak olduğum gerçeği ve ben var olsam da, olmasam da ve ben yok olduktan sonra da olacak olan o ışıldayan zaman nehirleri. Evrenin cüretkar coğrafyalarında yılan gibi kıvrılan o zaman yolları. Suyun üst kademeden alt kademeye akarken bulduğu yolları kullanması gibi, öz bir zaman hissiyatının da evrenin bu atardamarlarında birbirlerinden farklı görünse de aynı referansla aktığı hissi. Biraz daha şanslı olsam belki de metro florasanlarından çıkan ışığı etrafa bileşenleri olan renklere ayırıp süzecektim.

Gördüğüm cisimlerin birbirlerinden keskin ayrımları, ağırlaşan hareketleri ve kalbimin atışının ağırlaşması seansında gerçekleşen bilimum saniye selleri sanki o anda var olmuyormuş olduğum hissini zihnime yerleştirmeye çalışıyor gibiydi. Ölüm ise sadece irademin zaman şelalelerinden yuvarlandığı an olabilirdi ancak. Bu ürkütücülüğü oranında merak uyandırıcıydı da. Göğsümde akciğerlerimi hissetmeye başlamam, gözlerimi kapatıp duyduğum frekansları ayırt etmeye çalışmam, ve bütün bunları istemsizce doğaya boyun eğerek yaşamam ender rastlanan bir onur olsa gerek.

Duyular ürkünç olduğu kadar cüretkardı da. Beni her seferinde hiç keşfetmemiş olduğum harikalar coğrafyasına davet ediyorlardı adeta, tüm bunlar için varlığıma minnettar olabilirim,

Egoların silindiği bu hissel algı boyutlarında bir insanın başına gelebilecek en cüretkar, en çıplak, yalın anlatım ise şırıl şırıl akan saniyeleri seyretmek.